Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) yapılacak bireysel başvurular, hak ihlali iddiasında bulunan kişiler için önemli bir hukuki yoldur. Özellikle Türkiye’de, ceza hukuku ve idare hukuku dahil pek çok alanda iç hukuk yolları tükendiğinde AİHM başvuru süresi ve koşullarının bilinmesi, hak kaybı yaşanmaması açısından kritik önemdedir. Bu rehber yazıda AİHM başvuru şartları, başvurunun kimler tarafından ve nasıl yapılabileceği, başvuru süresinin ne zaman başladığı ve nasıl hesaplandığı gibi konular, güncel içtihatlar ışığında ele alınmaktadır. Ayrıca AİHM’in yeni uygulamasıyla 6 aydan 4 aya indirilen süre kuralı, iç hukuk yollarının tüketilmesi kavramı ve UYAP/e-Tebligat sisteminde tebliğ tarihinin önemi açıklanmaktadır. Son bölümde ise sık sorulan sorular yanıtlanmakta ve avukatla başvuru yapmanın avantajları vurgulanmaktadır.
İÇİNDEKİLER
- AİHM’e Başvuru Hakkı Kimlere Tanınmıştır?
- AİHM’e Başvuru Şartları Nelerdir?
- Başvuru Süresi Ne Zaman Başlar ve Nasıl Hesaplanır?
- AİHM’in Yeni Uygulaması Uyarınca 4 Aylık Sürenin Başlangıç Anı Nedir?
- İç Hukuk Yollarının Tüketilmesi Ne Anlama Gelir?
- Hangi Kararlar Başvuru Süresini Başlatır? (Kesinleşme, Tebliğ, Bildirim)
- UYAP ve e-Tebligat Sisteminde Tebliğ Tarihinin Önemi
- Başvuru Süresi Konusunda AİHM ve Anayasa Mahkemesi Kararları
- En Çok Merak Edilen Sorular
- Güncel AİHM İçtihatlarına Yer Ver (Türkiye ile İlgili)
- Avukatla Başvuru Yapmanın Önemi ve Avantajları
- Harbiye Hukuk Bürosu Olarak Yardımcı Olalım
AİHM’e Başvuru Hakkı Kimlere Tanınmıştır?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı, temel haklarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) kapsamındaki bir devlet tarafından ihlal edildiğini düşünen herkese tanınmıştır. Bu hak, yalnızca o devletin vatandaşlarına değil, o devletin yetki alanı içinde bulunan tüm gerçek kişiler ile tüzel kişilere (şirketler, dernekler gibi) açık bir haktır. Yani AİHM’e başvuru hakkı uluslararası koruma altındaki haklarının ihlal edildiğini iddia eden bireylere, gayri hükümet kuruluşlarına (NGO) veya kişi gruplarına tanınmıştır. Başvurucunun bir devletin vatandaşı olması şart değildir; önemli olan, iddia edilen ihlalin AİHS’ye taraf bir devletin sorumluluk alanında gerçekleşmiş olmasıdır. Örneğin Türkiye Cumhuriyeti’nin yargı yetkisi altında gerçekleşen bir olay nedeniyle, ister Türk vatandaşı ister yabancı olsun, mağdur olan herkes AİHM’e başvurabilir.
Başvuru hakkı için başvurucunun **“mağdur sıfatı”**na sahip olması gerekir. Yani kişi, Sözleşme’de güvence altına alınan temel hakkının ihlalinden bizzat ve doğrudan etkilenmiş olmalıdır. Teorik veya dolaylı bir zarar için, ya da başkasının hakkı ihlal edildi diye üçüncü bir kişi olarak başvuru yapılamaz. Ayrıca devletler arası başvuru hakkı da bulunmakla birlikte (bir devletin başka bir devleti AİHS ihlali ile suçlaması), bu yazıda bireysel başvuru esas alınmıştır.
AİHM’e Başvuru Şartları Nelerdir?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuru yapabilmek için belirli kabul edilebilirlik (kabuledilebilirlik) kriterlerini karşılamak gerekmektedir. AİHM’e yapılan başvuruların büyük çoğunluğu, bu kriterleri karşılamadığı için kabul edilemez bulunarak incelenmeden reddedilmektedir. Bu nedenle başvuru şartlarının çok iyi anlaşılması gerekir. Başlıca AİHM başvuru şartlarını şöyle özetleyebiliriz:
- Yetki Alanı ve Konu: Başvurudaki şikâyetler, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerle güvence altına alınmış bir veya birden fazla temel hakkın ihlaline ilişkin olmalıdır. Ayrıca ihlal iddiası, Sözleşme’ye taraf bir devlete – örneğin Türkiye Cumhuriyeti’ne – yöneltilmelidir. AİHM, sadece devletin bir kamu makamının (mahkeme, idare, kolluk vb.) işlemi, kararı veya eylemi nedeniyle meydana gelen hak ihlallerini denetler; özel kişiler veya özel kuruluşlar arasındaki ihtilaflar doğrudan AİHM’e taşınamaz.
- Zaman Bakımından Kapsam: İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya olay, ilgili devletin Sözleşme’yi ve protokollerini kabul ettiği tarihten sonra gerçekleşmiş olmalıdır. (Türkiye, AİHS’yi 1954’te onaylamıştır ve 2012’de 13 No’lu Protokol hariç tüm protokollere taraftır.) Yani Sözleşme yürürlüğe girmeden önceki tarihli bir olay hakkında AİHM’e gidilemez.
- Mağdur Sıfatı: Başvurucu, temel hakkı ihlal edilen ve bu ihlalden kişisel olarak etkilenen kişi olmalıdır. Başkası adına, teorik ya da kamu yararı için soyut başvuru yapılamaz. (Örneğin bir yakını devlet tarafından öldürülmüş ise, mirasçıları veya aile üyeleri de “mağdur” sıfatıyla başvuru yapabilir.)
- İç Hukuk Yollarının Tüketilmesi: Başvurucunun iddia ettiği hak ihlallerine karşı öncelikle kendi ülkesindeki mevcut etkili hukuki yolları tüketmiş olması gerekir. Yani ihlale uğradığını düşünen kişi, konusuna göre tüm olağan kanun yollarına başvurmalı; gerekirse en yüksek dereceli mahkemeye (Türkiye’de Yargıtay, Danıştay veya Anayasa Mahkemesi gibi) kadar konuyu taşımış olmalıdır. Üstelik iç hukuk yoluna başvururken ulusal mevzuatta öngörülen usul ve süre kurallarına uygun hareket edilmiş olması da şarttır. Başka bir deyişle, kişi kendi ülkesinde dava açmamış, itiraz/temyiz yollarını kullanmamış veya bu yolları süresinde yapmamış ise AİHM’e başvuramaz. Ancak etkisiz olan veya olağan kanun yollarının bir parçası sayılmayan (örneğin olağanüstü veya takdire bağlı) başvuru yollarını kullanmak zorunlu değildir. Türkiye özelinde, 23 Eylül 2012’den beri Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru da çoğu hak ihlali iddiası için tüketilmesi gereken bir iç hukuk yoludur. Örneğin ifade özgürlüğü, adil yargılanma hakkı, mülkiyet hakkı gibi konularda AYM’ye başvurup sonuç alamadan AİHM’e gitmek mümkün değildir (AİHM, bireysel başvuru yolunu etkili bir hukuk yolu olarak görmektedir).
- Başvuru Süresi: İç hukuk yollarının tüketilmesiyle elde edilen nihai kararın tarihinden itibaren 4 ay içinde AİHM’e başvuru yapılmalıdır. Bu süre, yakın zamana kadar 6 ay idi; 1 Şubat 2022 itibariyle 6 aydan 4 aya indirilmiştir (aşağıda detaylandırılacaktır). Süre koşuluna uyulmaması (süresinde başvurmama) başvurunun kesin olarak reddiyle sonuçlanır. Başvuru süresi ne zaman başlar ve nasıl hesaplanır? sorusu da bu nedenle ayrı bir başlıkta incelenmiştir.
- Diğer Şartlar: AİHM’ye yapılacak başvuru yazılı şekilde ve imzalı olmalıdır; isimsiz (anonim) başvurular kabul edilmez. Başvuru formu eksiksiz doldurulmalı ve gerekli belgeler eklenmelidir (Mahkeme İçtüzüğü m.47’de belirtilen bilgileri içermesi zorunludur). Ayrıca şikâyet konusu olay, esasen AİHM veya başka bir uluslararası yargı merciine daha önce sunulup sonuçlandırılmamış olmalıdır. Yani aynı konuda, aynı taraflarla ilgili mükerrer bir başvuru olmamalıdır. Şikâyet, açıkça dayanaksız (mesnetsiz) veya kötü niyetli olmamalıdır; AİHM, dayanaktan yoksun veya başvuru hakkının suistimali niteliğindeki başvuruları reddeder. Son olarak, 14. Protokol ile getirilen “önemli zarara uğrama” kriterine göre, başvurucunun önemli bir zarara uğramadıysa ve insan hakları açısından ciddi bir mesele teşkil etmiyorsa Mahkeme başvuruyu incelemeyebilir.
Yukarıdaki şartlar özetle, AİHM’nin kabul edilebilirlik kriterleridir. Bu kriterlerden biri dahi sağlanmazsa, Mahkeme başvuruyu incelemeden reddedecektir. Özellikle iç hukuk yollarının tüketilmesi ve 4 ay kuralı en sık karşılaşılan ret sebeplerindendir.
Başvuru Süresi Ne Zaman Başlar ve Nasıl Hesaplanır?
AİHM başvuru süresi, iç hukuktaki nihai kararın ardından başlamaktadır. Güncel kural gereği bu süre 4 aydır (önceden 6 ay idi). Peki süre hangi andan itibaren işlemeye başlar ve 4 ay nasıl hesaplanır?
Genel kural olarak, başvuruya konu olayla ilgili iç hukukta ulaşılabilecek en yüksek yargı merciinin (genellikle Yargıtay, Danıştay veya Anayasa Mahkemesi) verdiği nihai kararın tarihi, AİHM için başvuru süresinin başlangıcıdır. Mahkeme’nin resmî açıklamasına göre dört aylık süre, normalde bu en yüksek ulusal kararın verildiği tarihten veya kararın başvurucuya ya da vekiline tebliğ edildiği tarihten itibaren işlemeye başlar. Yani karar duruşmada açıklandıysa o açıklama tarihi, ya da karar yazılı tebliğ edilecekse tebliğ tarihi başlangıç kabul edilir. Uygulamada çoğunlukla kritik olan, kararın tebliğ tarihidir; zira özellikle yazılı yargılamalarda (örneğin AYM kararında) kişi kararın ne zaman çıktığını ancak tebligatla öğrenebilir.
Sürenin hesaplanmasında takvim ayı esası uygulanır. Dört aylık süre, nihai karar tarihine karşılık gelen gün sayısının dört ay sonrası tarihte sona erer. Örneğin nihai karar 15 Ocak’ta tebliğ edilmişse, normal koşullarda başvuru süresi 15 Mayıs’ta dolacaktır. AİHM süre hesabında herhangi bir esneklik tanımamaktadır. Sürenin son günü resmî tatile veya hafta sonuna denk gelse bile süre o günün bitiminde sona erer; ertesi iş gününe sarkmaz. Bu nedenle, başvuru formu ve belgelerin en geç sürenin bittiği gün postaya verilmiş olması gerekir. Örneğin sürenin dolduğu tarih Pazar gününe denk geliyorsa, başvurucu o Pazar günü dahi postaya verme imkânını düşünmeli veya daha önceden gönderimini yapmış olmalıdır. Nitekim AİHM içtihadında, (eski kural döneminde) 6 aylık süreyi bir günlük gecikmeyle aşan başvurular kesin süre aşımı nedeniyle reddedilmiştir. Sabri Güneş / Türkiye davasında başvurucu, sürenin son günü olan Pazar tatilinden sonraki ilk iş günü başvuru yapmış; ancak Mahkeme süre kuralının kesinliğini vurgulayarak başvuruyu kabul edilemez bulmuştur. Kısacası, 4 aylık süre asla kaçırılmaması gereken bir haktır; süre hesaplanırken gün, ay ve yıl bazında dikkatli olunmalı ve mümkünse son günü beklemeden başvuru yapılmalıdır.
Bazı durumlarda iç hukukta etkili bir yol yoksa, 4 aylık süre başlangıcı için özel bir durum söz konusudur. Eğer tüketilebilecek bir iç hukuk yolu bulunmuyorsa, süre ihlale konu işlem, eylem veya kararın öğrenildiği tarihten itibaren işlemeye başlar. Örneğin devletin yargı yolunu kapattığı veya etkisiz kıldığı bir durumda, kişi ihlali öğrendiği andan itibaren 4 ay içinde AİHM’e başvurmalıdır. Ancak bu istisnai ve nadir bir durumdur; kural olarak her zaman kullanılabilir bir iç hukuk yolu olup olmadığı dikkatlice değerlendirilmelidir.
Süre hesabı örneği: Diyelim ki Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvurunuz reddedildi ve karar tarafınıza 1 Mart 2025 tarihinde e-tebligat ile ulaştı. Bu durumda AİHM’e başvuru süreniz 1 Mart’ı izleyen günden başlayarak 4 takvim ayı olacaktır. Süre 1 Temmuz 2025 tarihinde dolacaktır (2025 yılında 1 Mart’tan 1 Temmuz’a kadar 4 ay vardır). En geç 1 Temmuz günü başvuru evrakınızı Strasbourg’a postalamanız gerekir. 1 Temmuz 2025’in tatil veya hafta sonu olması durumu değiştirmez – o tarihte AİHM yazı işleri kapalı olsa dahi sizin gönderim sürenizin o gün sona erdiği kabul edilir. Bu örnek, sürenin ne denli katı uygulandığını göstermektedir.
AİHM’in Yeni Uygulaması Uyarınca 4 Aylık Sürenin Başlangıç Anı Nedir?
Daha önce AİHM’e başvuru süresi, nihai karar tarihinden itibaren 6 ay idi. Ancak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ek 15 No’lu Protokol ile bu süre 4 aya indirilmiştir. Yeni 4 aylık süre kuralı, 1 Şubat 2022 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu tarihten önce iç hukuk yollarını tüketip AİHM’e başvuru yapma aşamasına gelenler için eski 6 aylık süre uygulanmış; 1 Şubat 2022 ve sonrasında kesinleşen nihai kararlar için ise 4 ay kuralı geçerli hale gelmiştir. Kısacası günümüzde Türkiye’den AİHM’e gidecek bir kişi için kural, **“nihai karardan sonra 4 ay içinde başvurmak”**tır.
4 aylık sürenin başlangıç anı, yukarıda belirtildiği gibi, nihai karar tarihi veya kararın tebliğ tarihidir. Protokol 15 ile sadece sürenin miktarı kısaltılmış, başlangıç kriterlerinde esasen bir değişiklik yapılmamıştır. Yani “yeni uygulama uyarınca 4 aylık sürenin başlangıcı”, yine en yüksek ulusal mercinin nihai kararının tefhimi/tebliği ile başlar. Başvurucuların dikkat etmesi gereken husus, eski 6 aylık sürenin getirdiği göreli rahatlığın artık olmadığı, 4 ayın oldukça hızlı geçebileceğidir. Özellikle Türkiye’de Anayasa Mahkemesi kararı veya Yargıtay onama kararı gibi nihai kararlar alındığında, 4 aylık sayaç o andan itibaren işlemeye başlamaktadır. Bu yüzden bu kritik karar alındığında derhal profesyonel destek almak ve AİHM başvuru hazırlıklarına başlamak önem kazanmıştır.
Özetle, AİHM 4 ay kuralı 1 Şubat 2022’den itibaren yürürlüktedir ve sürenin başlangıç anı konusunda yeni uygulama, eskisinden farklı bir yorum getirmemiştir. Nihai kararın verildiği veya öğrenildiği an, başvuru sürenizi başlatır. Bu kural, AİHM’e üye tüm 47 devlet tarafından kabul edilmiş olup evrensel biçimde uygulanmaktadır. Başvuru yapmayı düşünenlerin 4 ayı dolduran tarihleri hesaplayıp, son güne kalmadan başvurularını iletmeleri yeni dönemde hayati önemdedir.
İç Hukuk Yollarının Tüketilmesi Ne Anlama Gelir?
AİHM’e bireysel başvurunun temel şartlarından biri, iç hukuk yollarının tüketilmiş olmasıdır. Bu kavram, kişinin öncelikle kendi ülkesindeki yargı mercilerini kullanarak adalet araması gerektiğini ifade eder. Başka bir deyişle, devletlerin insan haklarını koruma yükümlülüğü öncelikle kendi iç hukukları içinde yerine getirilmelidir; AİHM ise ancak son çare (üst mahkeme) olarak devreye girer.
İç hukuk yollarının tüketilmesi demek, başvurucunun ihlal iddiasını ulusal hukukta ileri sürüp sonuçlandırması demektir. Genellikle bu, konuyla ilgili tüm yargısal mercilere (ilk derece, istinaf, temyiz gibi) başvurulmuş olmasını ve mümkünse en yüksek mahkemenin (örneğin Yargıtay, Danıştay veya AYM) karar vermiş olmasını gerektirir. Ayrıca ulusal yargıya başvuru yapılırken, ülkenin kanunlarının öngördüğü usul kurallarına ve süre sınırlamalarına uyulmuş olmalıdır. Eğer kişi iç hukukta davasını sürdürmemiş veya ulusal temyiz yollarını kaçırmışsa, AİHM bunu “tüketilmemiş” kabul eder.
Türkiye’de 2012’de bireysel başvuru yolunun başlamasıyla birlikte, Anayasa Mahkemesi önemli bir iç hukuk yolu haline gelmiştir. Örneğin adil yargılanma hakkı ihlali iddiasıyla AİHM’e gitmek isteyen bir kişi, öncelikle AYM’ye bireysel başvuru yapmalı ve oradan kesin karar almalıdır. AYM’nin kararından (ihlal bulmaması veya başvuruyu reddetmesi) sonra halen ihlal olduğunu düşünen kişi AİHM’e başvurabilir. AİHM pek çok kararında, AYM’nin bireysel başvuru mekanizmasını etkili bir giderim yolu olarak gördüğünü belirtmiştir. Nitekim AİHM, AYM bireysel başvuru yolu açıldıktan sonra pek çok davada, başvurucular iç hukuk yollarını tüketmeden Strasbourg’a geldikleri için başvuruları reddetmiştir (örneğin uzun yargılama şikâyetlerinde önce AYM’ye gidilmesini aramaktadır).
Etkili olmayan veya olağanüstü yolların zorunlu olmadığı da unutulmamalıdır. Örneğin idareye şikâyet dilekçesi vermek, ya da af talep etmek gibi yollar tüketilmesi gereken zorunlu yollar değildir; zira bunlar yargısal ve etkili kabul edilmez. Aynı şekilde, kanun yararına bozma, yeniden yargılama (olağanüstü kanun yolu) gibi yollar kural olarak tüketilmesi gereken yollar değildir (istisnai durumlar hariç). Önemli olan, makul ve ulaşılabilir olan olağan kanun yollarının kullanılmış olmasıdır.
İç hukuk yolu tüketme şartının amacı, ulusal makamlara iddia edilen ihlali düzeltme fırsatı vermektir. Bu nedenle, AİHM başvurusunda hangi kararın iç hukukta “nihai karar” olduğu iyi tespit edilmelidir. Genelde bu, yargı yolunun son halkasıdır. Örneğin bir ceza davasında Yargıtay onama kararı veya AYM kararı nihai karardır. Bir idari işlemde Danıştay’ın kararı (veya Bölge İdare Mahkemesi kararı kesin ise o karar) nihai karardır. Bu nihai karardan önce AİHM’e gidilirse, “iç hukuk yolları tüketilmedi” diyerek başvuru reddedilir.
Özetle, iç hukuk yollarının tüketilmesi, başvurucunun kendi ülkesinde hakkını aramak için yapması gereken her şeyi yapmış olması demektir. Bu şart, hem ulusal egemenliğe saygı hem de Mahkeme’ye gereksiz başvuru yükünün engellenmesi açısından önemli bir filtre görevi görür. Başvuru yapmadan önce, tüketilmemiş bir iç hukuk yolu kalıp kalmadığı mutlaka değerlendirilmelidir.
Hangi Kararlar Başvuru Süresini Başlatır? (Kesinleşme, Tebliğ, Bildirim)
AİHM’e başvuru süresinin başlaması için, iç hukuktaki sürecin kesinleşmiş olması gerekir. Kesinleşme, artık normal şartlarda başvurucunun iç hukukta başvurabileceği başka bir yolun kalmadığı anlamına gelir. Peki hangi kararlar kesin karar sayılır ve süreyi başlatır?
Genellikle, olağan kanun yollarının tükendiği kararı nihai karardır. Örneğin bir ceza davasında Yargıtay’ın onama veya bozma kararı (ve bozma sonrası onama), hukuk davasında Yargıtay kararı, idari davada Danıştay’ın kararı veya Bölge İdare Mahkemesi’nin kesin kararı, bireysel başvuruda Anayasa Mahkemesi’nin kararı nihai karar niteliğindedir. Eğer AYM’ye bireysel başvuru yapılmışsa, AYM’nin ihlal bulmaması ya da başvuruyu reddetmesiyle iç hukuk yolları tükenmiş olur. İşte bu nihai kararın verildiği an veya başvurucuya tebliğ edildiği an, AİHM için süreyi başlatır.
Kesinleşme tarihi ile tebliğ tarihi kavramları bazen farklı olabilir. Örneğin Yargıtay kararını 1 Temmuz’da verdi diyelim; dosya 10 Temmuz’da yerel mahkemeye ulaştı ve taraflara tebliğ edildi. Hukuken karar 1 Temmuz’da kesinleşmiş olabilir ancak başvurucunun haberdar olması 10 Temmuz’da tebliğ ile olmuştur. AİHM bu gibi durumlarda, kararın başvurucuya veya avukatına tebliğ edildiği tarihi başlangıç almayı “normal durum” olarak kabul eder. Zira hak arama imkanının fiilen başlayabilmesi için kişinin kararı öğrenmiş olması gerekir.
Bildirim de tebliğ ile benzer anlamda kullanılır: Kararın bildirilmesi, yani ilgiliye resmî olarak duyurulması demektir. Tebliğ/bildirim tarihine özellikle dikkat edilmelidir çünkü 4 aylık saat o noktada çalışmaya başlar. Eğer karar duruşmada sözlü açıklandıysa (tefhim), o anda taraflar huzurunda açıklanmışsa, tefhim tarihi süreyi başlatabilir (örneğin Yargıtay’da temyiz duruşmasında karar açıklanırsa). Ancak çoğu durumda nihai karar yazıyla tebliğ edilir.
Türkiye’de Uygulama: Türk usul hukukunda, vekille takip edilen işlerde tebligat kural olarak vekile yapılır (7201 sayılı Tebligat Kanunu m.11). Bu nedenle eğer bir avukatınız varsa, nihai karar avukatınıza tebliğ edildiğinde size tebliğ edilmiş sayılır. AİHM başvuru süresi de bu tarihten başlar. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, bazen kişinin UYAP üzerinden kararı kendi görmesi ile avukatına resmî tebliğ arasında zaman farkı olabilmesidir. Normalde hukuken geçerli tebliğ, avukata yapılan tebliğdir. Ancak Anayasa Mahkemesi’nin son dönemdeki bazı kararlarında, başvurucunun UYAP üzerinden kararı öğrendiği tarihi esas alarak 30 günlük bireysel başvuru süresini başlattığı ve avukata tebliğ tarihini beklemediği görülmüştür. Örneğin AYM’nin Ümran Özkan kararında, istinaf mahkemesi kararı 6/4/2019’da avukata tebliğ edilmesine rağmen başvurucunun UYAP’ta kararı kendi 27/3/2019’da gördüğü anlaşıldığı için, AYM 30 günlük sürenin 27 Mart’tan başladığını kabul etmiş ve süreyi kaçırdığı gerekçesiyle başvuruyu reddetmiştir. Bu durum, uygulamada tartışma yaratmıştır. Ancak AİHM düzeyinde, kural olarak resmi tebliğ tarihi esas alınır ve kişinin avukatı varsa tebligatın avukata yapılması yeterli görülür. Yine de başvurucuların tedbiren en erken öğrendikleri tarihi dikkate alarak hareket etmeleri önerilir; zira en yüksek yargı merciinin kararından haberdar olduğunuz andan itibaren süreyi güvenli tarafta kalarak o tarihten başlatmak riski ortadan kaldırır.
Özetle, başvuru süresini başlatan karar, iç hukuk yollarını tüketen nihai ve kesin karardır. Bu karar genellikle temyiz mercii veya Anayasa Mahkemesi kararıdır. Bu kararın tarafınıza tebliğ edilmesiyle AİHM’e 4 ay süre işlemeye başlar. Kesinleşme anını ve tebliğ tarihini doğru tespit etmek, süre hesabı için hayati önemdedir.
UYAP ve e-Tebligat Sisteminde Tebliğ Tarihinin Önemi
Türkiye’de yargı süreçlerinde UYAP (Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi) ve e-Tebligat uygulamaları yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu dijital sistemler, AİHM başvuru süresinin tespiti açısından da büyük önem taşır, çünkü tebliğler çoğu zaman elektronik ortamda yapılmaktadır.
E-Tebligat Nedir? Elektronik tebligat, klasik kağıt tebligat yerine, karar ve yazıların dijital ortamda taraflara iletilmesidir. Özellikle avukatlar ve kamu kurumları için e-tebligat zorunludur; vatandaşlar da isteğe bağlı olarak elektronik tebligat adresi edinebilir. Mahkeme kararları, dilekçeler vb. UYAP üzerinden kayıtlı e-posta adresine (KEP) gönderilir.
Tebliğ Tarihinin Belirlenmesi: Elektronik tebligatla gönderilen bir karar, muhatabın elektronik tebligat adresine ulaştığı anda değil, ulaştığı günü izleyen 5. günün sonunda tebliğ edilmiş sayılır. 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve ilgili Yönetmelik aynen şöyle der: “Elektronik yolla tebligat, muhatabın elektronik tebligat adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günün sonunda yapılmış sayılır.”. Yani bir karar e-tebligat ile örneğin 1 Nisan’da adrese ulaştıysa, alıcı tarafından daha önce açılıp okunmasa bile 6 Nisan’da tebliğ edilmiş kabul edilir. Bu kuralın amacı, elektronik sisteme düşen tebligatın en geç 5 gün içinde okunmuş sayılmasını sağlamaktır.
Peki ya alıcı elektronik tebligatı daha erken açarsa? Mevzuata göre, tebligatı alıcının okuması, 5 günlük bekleme süresini ortadan kaldırmaz – kural olarak yine 5. gün sonunda tebliğ edilmiş sayılır. Ancak Yargıtay, uygulamada tereddüt olmaması için bir kararında şu vurguyu yapmıştır: E-tebligat gönderildiği andan itibaren okunup okunmadığına bakılmaksızın, 5. gün sonunda tebliğ yapılmış sayılır. İlk başta bazı mahkemelerde “hemen okunduysa o gün tebliğdir” gibi yorumlar çıksa da, Yargıtay 2019 tarihli içtihadıyla bu tereddüdü gidermiştir. Dolayısıyla artık net olarak bilmekteyiz ki, elektronik tebligatlarda resmî tebliğ tarihi, UYAP kayıtlarına göre belirlenecek ve en geç beşinci gün olarak esas alınacaktır.
UYAP’ın Rolü: UYAP, avukatların ve tarafların dosyalarını elektronik olarak görüntüleyebildiği bir platformdur. Bir karar verildiğinde, tebligat gelmeden dosya üzerinden bu karara UYAP’tan erişmek mümkün olabilmektedir. Ancak bu “erişme/öğrenme” resmi tebligat yerine geçmez. Yine de yukarıda bahsedildiği gibi AYM, UYAP’tan kararı görmeyi öğrenme saydığı bazı kararlar vermiştir. Genel kural olarak AİHM süre hesabında resmî tebligat tarihini dikkate alacağından, UYAP’tan görmüş olsanız bile avukatınıza gelen tebligat tarihini baz almak güvenlidir (tabii o tarihin 5 gün kuralına göre belirlendiğini unutmayalım).
Neden Önemli? E-tebligat sisteminde, bildirim zarfı elektronik ortama düştükten sonra zaman işlemeye başlar. Eğer adresinize gelen elektronik tebligatları uzun süre kontrol etmezseniz, siz farkında olmasanız bile 5 gün sonunda tebliğ edilmiş sayılacak ve süreleriniz işlemeye başlayacaktır. Bu nedenle elektronik tebligatları düzenli kontrol etmek veya kayıtlı telefon/e-posta uyarıları almak çok önemlidir. Özellikle AİHM başvuru süresi gibi telafisi olmayan bir süre, e-tebligat yüzünden kaçırılabilir. Örneğin Anayasa Mahkemesi kararınız e-tebligat ile iletildi ve siz tatilde olduğunuz için bakmadınız diyelim; 5 gün sonra tebliğ edilmiş sayılacak ve 4 aylık süreniz o tarihten itibaren sayılacaktır. Siz döndüğünüzde belki de sürenin bir kısmı geçmiş olacaktır.
Özetle, UYAP ve e-Tebligat sisteminde tebliğ tarihi, tüm yasal sürelerin başlangıcı olduğu gibi AİHM başvuru süresi açısından da belirleyicidir. Elektronik tebligatlarda “5 gün kuralı” bulunduğunu akılda tutarak, tebligatlarınızı en geç beş gün içinde açıp okumuş olun veya olmayın, hukuken tebliğ edilmiş kabul edileceğini unutmayın. Bu bilinçle, elektronik tebligat sistemini sık sık kontrol etmek, gerekirse avukatınızla irtibat halinde olmak ve nihai kararların tebliğ tarihini net biçimde not etmek, başvuru süresini kaçırmamak için hayati önemdedir.
Başvuru Süresi Konusunda AİHM ve Anayasa Mahkemesi Kararları
AİHM içtihatlarında, başvuru süresi (eskiden 6 ay, şimdi 4 ay) kuralının son derece katı uygulandığı görülmektedir. Mahkeme, süre kuralını Sözleşme’nin 35. maddesindeki kabul edilebilirlik şartlarının vazgeçilmez bir unsuru olarak görür ve süre aşımını kamu düzenine ilişkin sayar. Bu nedenle bir başvuru süresinde yapılmamışsa, herhangi bir mazeret ileri sürmek genellikle mümkün olmaz. Yukarıda örnek verdiğimiz Sabri Güneş / Türkiye davası (B. No: 27396/06) bu konuda önemli bir emsal oluşturmuştur. Başvurucu, iç hukuk yollarını Aralık 2005’te tüketmiş ancak AİHM başvurusunu Haziran 2006’da, son günün hafta sonuna rastlaması nedeniyle sonraki iş gününde yapmıştı. AİHM, postaya verilme tarihinin 6 aylık süreyi aştığını tespit ederek başvuruyu süre yönünden reddetmiştir (Sabri Güneş, 29 Haziran 2012). Bu karar sonrasında Mahkeme, kendi içtüzüğüne de açıklık getirerek, son günün tatil olması halinde dahi ek süre verilmeyeceğini duyurmuştur. Dolayısıyla AİHM nezdinde “az bir gecikme”, “mücbir sebep” gibi iddialar genellikle kabul görmez; süre kuralı objektif olarak uygulanır.
Anayasa Mahkemesi içtihatlarında da süre konusunda önemli kararlar bulunmaktadır. AYM’nin bireysel başvurulardaki 30 günlük süre şartı, AİHM’den bile daha katı yorumlara tabi olabilmektedir. Özellikle Hüseyin Aşkın kararı (21/7/2020) ve Ümran Özkan kararı (2022), sürenin başlangıcı bakımından dikkat çekicidir. Hüseyin Aşkın olayında, başvurucunun avukatı UYAP üzerinden kararı öğrendiği anda 30 günlük sürenin başlamış olduğuna hükmedilmiş ve başvuru süre aşımı nedeniyle reddedilmiştir. Ümran Özkan olayında ise AYM bir adım daha ileri giderek, avukatla takip edilen bir dosyada dahi, başvurucunun UYAP’tan kararı okuduğu tarihin esas alınacağı yönünde karar vermiştir. Bu, Türk hukukunda tartışma yaratmış; zira Tebligat Kanunu’na göre vekil varken asile tebligat yapılmaz prensibine aykırı bir durum oluşmuştur. Nitekim Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu kararlarında da vekille takip edilen işlerde asile yapılan tebligatın sonuç doğurmayacağı vurgulanmıştır. AYM’nin bu içtihadı, bireysel başvuru süresini fiilen kısaltan bir etkiye sahiptir ve uygulamada belirsizlik yaratmıştır. Güncel durumda, AYM’nin bu katı yorumları devam edecek mi sorusu açık olsa da, bireysel başvuru yapacak kişilerin hem kendi hem de avukatlarının tebligat/öğrenme tarihlerine azami dikkati göstermesi gerekmektedir.
AİHM, Türkiye’den giden başvurularda genellikle AYM kararının tebliğ tarihini başlangıç kabul etmektedir. Ancak AİHM de, eğer başvurucu AYM’ye başvurmamış ve bunu yapması gerekirdi ise, “iç hukuk tüketilmedi” diyerek başvuruyu reddediyor. Örneğin 15 Temmuz sonrası OHAL KHK’ları ile ihraç edilen bir kamu görevlisinin davasında (Köksal/Türkiye, 2017), AİHM, OHAL Komisyonu ve AYM yolunu tüketmeden yapılan başvuruyu erken bulup reddetmiştir. Yine uzun tutukluluk ile ilgili birçok 2016 sonrası başvuruda, AYM’den sonuç almadan AİHM’e gidenlere Mahkeme kapıyı kapatmıştır (iç hukuk yolu tüketilmedi diyerek).
Özetle, süre konusunda AİHM de AYM de tavizsiz bir yaklaşıma sahiptir. AİHM sürenin dolmasıyla dosyayı hiç incelemezken; AYM ise yer yer kendi yasa ve içtüzüğünün öngörmediği şekilde, süreyi başlatan olayı geniş yorumlayabilmektedir. Her iki durumda da vatandaşların mağdur olmaması için süre hesaplarında ihtiyatlı davranmaları, erken hareket etmeleri ve hukuki destek almaları tavsiye olunur.
En Çok Merak Edilen Sorular
AİHM başvurusuyla ilgili uygulamada sıkça sorulan bazı sorular ve kısa cevapları şöyle:
- Ceza davası sürerken başvuru yapılabilir mi? – Hayır. Henüz yargılaması devam eden (kesinleşmemiş) bir ceza davası hakkında AİHM’e başvurulamaz, çünkü iç hukuk yolları tüketilmiş sayılmaz. Önce ulusal yargı sürecinin tamamlanması gerekir. (İstisna olarak, makul sürede yargılanma hakkı ihlali gibi konularda yargılama sürerken AYM’ye başvurulabilir; ancak AİHM için genelde AYM sürecinin de sonuçlanması beklenir.)
- “Red” kararına karşı AİHM’e gidilir mi? – Evet. Eğer ulusal makamlar hak ihlali iddianızı reddettiyse veya davanızı kaybettiyseniz ve bu karar kesinleşmiş ise, AİHM’e başvurabilirsiniz. Örneğin Anayasa Mahkemesi bireysel başvurunuzu “kabul edilemez” (red) kararı ile sonuçlandırdıysa, bu bir nihai karardır ve 4 ay içinde AİHM’e gidebilirsiniz. Ancak unutmayın, AİHM bir “üst temyiz” değildir; sadece insan hakları ihlali iddialarını inceler. Yani red kararının haksız olduğunu AİHM’e anlatırken, mutlaka bir AİHS maddesi kapsamındaki hak ihlaline dayanmalısınız.
- Devam eden bir davada AİHM’e acil tedbir için başvurulabilir mi? – Bazı durumlarda, evet. AİHM çok istisnai hallerde, 18. Kural uyarınca tedbir kararı verebilir (örneğin sınırdışı edilecek bir sığınmacı için durdurma emri). Ancak bu, esas başvurunun yerine geçmez ve ülkenizde davanın sürüyor olması kuralını ortadan kaldırmaz. Acil tedbir talepleri ayrı değerlendiriliyor ve koşulları sınırlıdır.
- AİHM’e başvuru için avukat tutmak zorunlu mu? – Hayır, ilk başvuru için değil; ama evet, sonrasında. AİHM’e bireysel başvuruyu herkes kendi başına yapabilir; avukatla temsil zorunluluğu yoktur. Ancak Mahkeme, başvurunun ilk inceleme aşamasını geçip kabul edilmesi halinde, yargılamanın ilerleyen safhalarında (hükümet görüşüne cevap verme, duruşma vs.) avukatla temsil olunmasını zorunlu kılar. Fiilen, bir avukat yardımı olmadan süreci yürütmek çok zordur. Bu yüzden baştan bir AİHM deneyimi olan avukat ile başvurmak, hataları önlemek adına önemlidir (aşağıda detaylı değinilmiştir).
- AİHM’e başvuru ücretli mi? – Hayır. AİHM’e başvuru yapmak için Mahkeme herhangi bir harç veya ücret talep etmez. Posta masrafı dışında doğrudan bir masraf yoktur. Ancak avukatla başvuruyorsanız, avukatlık ücreti sizin ile avukatınız arasındaki anlaşmaya tabidir. Ayrıca başvuru kabul edilirse ve duruşma vs. olursa, o aşamalarda maddi imkânı olmayanlar için Mahkeme adli yardım sağlayabilmektedir.
- AİHM kazanılırsa ne olur? – AİHM bir ihlal kararı verdiğinde, genellikle başvurucu lehine manevi tazminat gibi uygun gördüğü bir tatmin (just satisfaction) miktarı belirler. Bu tazminatı ilgili devlet (Türkiye) ödemek zorundadır. Ayrıca ihlalin niteliğine göre, kararda belirtilmese bile, devletin karara uygun şekilde ihlal sonucunu ortadan kaldırması (yeniden yargılama, mahkûmiyeti silme, tahliye etme gibi) gerekebilir. AİHM kararları Türkiye açısından bağlayıcıdır ve uygulanmalarını Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi denetler.
Güncel AİHM İçtihatlarına Yer Ver (Türkiye ile İlgili)
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi son yıllarda Türkiye hakkında çok sayıda önemli karara imza atmıştır. Bu kararlar, Türkiye’de geniş yankı uyandıran insan hakları meselelerini konu almış ve AİHM’in rolünü gözler önüne sermiştir. Özellikle öne çıkan iki güncel içtihat şunlardır:
- Osman Kavala / Türkiye Kararı (2019/2022): İş insanı ve sivil toplum figürü Osman Kavala’nın uzun tutukluluğuna ilişkin davada AİHM, Kavala’nın özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiğine hükmetmiştir. 10 Aralık 2019 tarihli ilk kararında Mahkeme, Kavala’nın tutukluluğunun hukuka aykırı olduğunu ve derhal serbest bırakılması gerektiğini açıkça belirtmiştir. AİHM, tutukluluğun makul şüpheye dayanmaktan ziyade siyasi saiklerle uzatıldığı sonucuna varmış; bu durumun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı olduğunu tespit etmiştir. Türkiye, AİHM’in bu kararını uzun süre uygulamadığı için Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi denetim prosedürleri başlatmış ve konu AİHM’in önüne ihlal prosedürü kapsamında tekrar gelmiştir. Nihayetinde AİHM Büyük Dairesi 11 Temmuz 2022’de Türkiye’nin Sözleşme’nin 46. maddesini (kararları uygulama yükümlülüğü) ihlal ettiğine karar vermiştir. Kavala kararı, AİHM kararlarının bağlayıcılığı ve uzun tutukluluk sorunları bakımından önemli bir emsal teşkil etmektedir.
- Selahattin Demirtaş / Türkiye (No.2) Kararı (22 Aralık 2020): Halkların Demokratik Partisi’nin eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’ın tutukluluğuyla ilgili AİHM Büyük Dairesi kararı da Türkiye açısından kritik önemdedir. Mahkeme, Demirtaş’ın 2016’dan itibaren süren tutukluluk sürecinin hukuki olmaktan ziyade siyasi motivasyonlarla uzatıldığını saptamıştır. Kararda Demirtaş’ın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının (AİHS 5. maddesi) ihlal edildiği, makul sürede yargılanma ve ifade özgürlüğü haklarının da ihlal edildiği belirtilmiştir. Özellikle AİHS 18. madde (hakları kısıtlamada saptırma yasağı) kapsamında, Demirtaş’ın tutuklanmasındaki amacın onu siyaseten etkisiz kılmak olduğu vurgulanmıştır. AİHM, Türkiye’ye Demirtaş’ın derhal tahliyesini sağlama yükümlülüğü olduğunu da kararda açıkça ifade etmiştir. Bu karar sonrasında da Demirtaş bir süre daha tutuklu kalmaya devam etti ve AİHM kararının uygulanmaması konusu uluslararası gündeme geldi. Demirtaş kararı, AİHM’in yüksek profilli siyasi tutuklamalar konusundaki duruşunu ortaya koyması bakımından çarpıcı bir örnektir.
Yukarıdaki davalar dışında da AİHM’in Türkiye hakkında ifade özgürlüğü (örneğin gazetecilere yönelik davalar), toplantı ve gösteri özgürlüğü, yaşam hakkı (etkili soruşturma yükümlülüğü gibi) ve mülkiyet hakkı konularında güncel kararları bulunmaktadır. Örneğin yakın dönemde Bükücü/Türkiye kararı ifade özgürlüğü bağlamında, Üçdağ/Türkiye kararı adil yargılanma hakkı bağlamında tartışılmıştır. Bu kararlar, Türkiye’deki hukuk sistemine AİHM standartlarının yansıtılması açısından yol gösterici olmaktadır.
Görüldüğü gibi AİHM, Türkiye’de iç hukuk yollarıyla tam anlamıyla çözülemeyen bazı hak ihlali iddiaları için son sığınak olmayı sürdürmektedir. Güncel AİHM içtihatları, Türkiye’nin taraf olduğu AİHS hükümlerinin ihlal edilip edilmediğine dair önemli tespitler içerdiği gibi, devletin bu kararları uygulama zorunluluğu nedeniyle iç hukuku da etkilemektedir. Bu nedenle, AİHM’e gitmeyi düşünen bireyler için yalnızca usulî şartları değil, Mahkeme’nin güncel eğilimlerini ve önceki kararlarını da bilmek faydalı olacaktır.
Avukatla Başvuru Yapmanın Önemi ve Avantajları
Her ne kadar AİHM’e bireysel başvuru yapmak için avukat tutmak zorunlu olmasa da (başvurucu kendi başına başvurabilir) – özellikle profesyonel bir hukuk desteğiyle başvuru yapmak, sürecin başarısı ve etkinliği açısından büyük avantaj sağlar. İşte avukatla başvurmanın başlıca faydaları:
- Usul Kurallarına Uyumluluk: AİHM başvuru formu ve ekleri sıkı şekil şartlarına tabidir. Deneyimli bir avukat, başvurunun Mahkeme İçtüzüğü m.47’ye uygun olarak eksiksiz hazırlanmasını sağlar. Böylece imza eksikliği, bilgi yetersizliği, yanlış form doldurma gibi sebeplerle başvurunun ilk bakışta reddedilmesinin önüne geçilir. Unutulmamalıdır ki AİHM başvurularının %90’dan fazlası esasa girmeden usul eksiklerinden reddedilmektedir – bu risk, avukatın dikkatli çalışmasıyla minimize edilir.
- Süreç ve Strateji Danışmanlığı: Avukat, iç hukuk süreci bitiminden AİHM kararının uygulanmasına kadar her aşamada danışmanlık yapar. Başvuru öncesi, hangi hakların ihlal edildiğini tespit etmede ve bunları somut olgulara bağlamada yardımcı olur. Hangi iç hukuk yolunun tüketildiği, hangisinin etkisiz sayılabileceği gibi teknik konularda yol gösterir. Ayrıca 4 aylık süreyi kaçırmamak için gerekli takip ve uyarıları yapar.
- Dil ve Yazışma Yetkinliği: AİHM’de resmi diller İngilizce ve Fransızcadır. Başvuru formunu Türkçe doldurmak mümkün olsa da, kabul edildikten sonra Mahkeme yazışmaların bu iki dilden biriyle yürütülmesini ister. Bir avukat, gerekli dil becerilerine sahip olarak sizin adınıza Mahkeme ile yazışmaları yürütür, argümanlarınızı hukuki terimlerle tam ifade eder. Dil engeli nedeniyle doğabilecek iletişim sorunlarını ortadan kaldırır.
- İçtihat ve Karar Bilgisi: AİHM konusunda uzman bir avukat, emsal kararlara ve AİHM’in yorum çizgisine hakimdir. Sizin davanızda hangi içtihatların destekleyici olduğunu bilir, başvuru dilekçesinde bunlara atıf yaparak başvurunun ciddiyetini ortaya koyar. Ayrıca hükümetin savunmasına karşı verilecek cevapta da güncel içtihat ışığında etkili karşı argümanlar sunabilir.
- Takip ve Temsil: Başvuru yapıldıktan sonra süreç birkaç yıl devam edebilir. Bu süre zarfında Mahkeme ek bilgi talep edebilir, dostane çözüm önerileri gelebilir veya duruşma açılabilir. Avukatınız tüm bu gelişmeleri takip edip sizin adınıza gereken adımları atar. Strasbourg’da sizi temsil eder, gerekirse duruşmaya katılır. Ayrıca karar çıktıktan sonra Türkiye’de uygulanması aşamasında (yeniden yargılama, tazminat tahsili vs.) da danışmanlık vererek hakkınızın fiilen teslimini kolaylaştırır.
- Profesyonel Destek ve Güven: AİHM başvurusu, bireyler için karmaşık ve yabancı bir süreç olabilir. Alanında tecrübeli bir avukatla çalışmak, başvurucuya psikolojik olarak da güven verir. Hak arama mücadelenizde yanınızda profesyonel bir destek olduğunu bilmek, sürecin stresini azaltır. Avukat ayrıca sizin adınıza resmi yazışmaları yapacağından, prosedürel hata riskini en aza indirir.
Sonuç olarak, avukatla AİHM başvurusu yapmak bir tercih olmakla birlikte, çok değerli bir yatırımdır. Özellikle Türkiye’den yapılan başvurularda, hem iç hukuk sürecini hem AİHM kriterlerini bilen bir avukatın katkısı, başvurunuzun kabul edilme ve başarı şansını artıracaktır. Nitekim Mahkeme’nin kabul ettiği başvuruların büyük bölümünde başvurucuların avukatla temsil edildiği görülmektedir. Siz de böyle bir yola başvurmayı düşünüyorsanız, sürecin en başından bir avukatla hareket etmeniz tavsiye edilir.

AİHM Başvuru Süresi ve Şartları
Harbiye Hukuk Bürosu Olarak Yardımcı Olalım
Harbiye Hukuk bürosu olarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi başvuruları ve insan hakları davaları konusunda uzman ekibimizle müvekkillerimize destek vermekteyiz. Eğer siz de iç hukuk yollarının tükendiğini düşünüyor ve hak ihlaline uğradığınızı hissediyorsanız, AİHM’e başvuru sürecinizde size rehberlik edebiliriz. Müvekkillerimizin başvuru dosyalarını titizlikle hazırlıyor, güncel AİHM içtihatlarını ve usul kurallarını göz önünde bulundurarak en güçlü şekilde temsil edilmelerini sağlıyoruz. AİHM başvuru süresi, şartları ve prosedürü hakkında sorularınız için bize ulaşabilirsiniz. Harbiye Hukuk olarak amacımız, haklarınızı etkin bir biçimde savunmak ve ulusal veya uluslararası tüm hukuk yollarında yanınızda olmaktır.
Sizin de hak mücadelenizde deneyimli bir ekiple yol almak ve AİHM başvurunuzda profesyonel destek almak için [Harbiye Hukuk] ile iletişime geçmekten çekinmeyin. Unutmayın, uluslararası alanda hak aramak zor bir yol olabilir, ancak yalnız yürümek zorunda değilsiniz – doğru rehberlikle adalet erişilebilir hale gelir.