İdare HukukuAvrupa İnsan Hakları Mahkemesi Hangi Davalara Bakar

Strazburg’da bulunan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi binası. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa Konseyi’ne bağlı uluslararası bir yargı merciidir. 1950 tarihli Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ile kurulan Mahkeme, 1959 yılından bu yana faaliyet göstererek sözleşmeye taraf devletlerin insan hakları yükümlülüklerini denetlemektedir. Başka bir deyişle, Mahkeme’nin temel görevi, bireylerin AİHS ve ek protokollerle güvence altına alınan haklarının ihlal edilip edilmediğini yargı yoluyla tespit etmektir. Kararları bağlayıcı olan AİHM, bireylerin temel haklarını korumak amacıyla Strazburg (Fransa)’da yargısal faaliyet yürütmektedir.

AİHM nedir ve görev alanı nedir?

AİHM, Avrupa Konseyi üyesi devletlerin vatandaşlarına ve bu devletlerin birbirlerine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde hesap verebildiği bir yüksek mahkemedir. Mahkeme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni kabul eden tüm ülkelerin yargı yetkisi dahilindeki insan hakları ihlallerini inceleme görevine sahiptir. Bu kapsamda AİHM, taraf devletlerce tanınan yargı yetkisi çerçevesinde, sivillerin başvurularını veya devletlerin birbirlerine karşı başvurularını değerlendirir. Özellikle gerçek kişiler, tüzel kişiler (şirketler, dernekler gibi) ve gerektiğinde devletler, AİHM önünde dava tarafı olabilmektedir. Mahkeme, önüne gelen başvurularda bir veya birden fazla temel hakkın ihlal edildiği iddialarını ele alır ve AİHS’de tanımlanan hakların devlet tarafından çiğnenip çiğnenmediğine karar verir. Sonuç olarak AİHM’nin görev alanı, sözleşmeye taraf devletlerin yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, adil yargılanma hakkı, özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı, düşünce ve ifade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, toplantı ve örgütlenme özgürlüğü, mülkiyet hakkı gibi temel insan hakları konularındaki yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğini denetlemektir.

AİHM’ye başvuru şartları

Kimler başvurabilir? AİHM’ye, yetkisi altındaki bir devlet tarafından AİHS ve protokollerinde tanınan haklarından birinin ihlal edildiğini iddia eden herkes başvurabilir. Yani, vatandaşlar bireysel olarak (veya grup halinde) kendi devletlerini AİHM’de dava edebilirler. Ayrıca şirketler, dernekler gibi tüzel kişiler de hak ihlali iddiasıyla başvuru yapma hakkına sahiptir. Devletler de diğer devletlerin sözleşme ihlallerini Mahkeme’ye taşıyabilse de AİHM’nin iş yükünün büyük kısmı bireysel başvurulardan oluşur.

Hangi haklar için başvurulabilir? Yalnızca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde ve ek protokollerinde tanımlanan hakların ihlali iddiasıyla AİHM’ye gidilebilir. Bu haklar arasında yukarıda da değinilen yaşam hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı, kölelik yasağı, kişi özgürlüğü ve güvenliği, adil yargılanma, masumiyet karinesi, özel hayata ve aile hayatına saygı, düşünce ve ifade özgürlüğü, din özgürlüğü, etkili başvuru hakkı, ayrımcılık yasağı gibi sivil ve siyasi haklar yer alır. Sözleşme kapsamı dışında kalan (örneğin ekonomik veya sosyal haklara dair) şikayetler AİHM’ye konu olamaz. Başvuru yapacak kişinin ihlal edilen hakkın doğrudan mağduru olması gereklidir; başkalarının uğradığı haksızlıklar için prensip olarak dava açılamaz.

Başvuru yapmadan önce iç hukuk yolları: AİHM’ye gitmenin ön koşulu, öncelikle ilgili ülkenin kendi iç hukuk yollarının tüketilmiş olmasıdır. AİHS’nin 35. maddesi uyarınca başvurucu, iddia ettiği hak ihlali konusunda ülkesinde mevcut tüm yargısal başvuru imkanlarını kullanmış ve ulusal mercilerden nihai karar almış olmalıdır. Örneğin, Türkiye’den başvuru yapacak bir kişi öncelikle konusuna göre tüm mahkeme aşamalarını (gerekirse Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru dahil) tamamlamalıdır. Ulusal yollar tüketilmeden AİHM’ye başvuru, “erken” başvuru sayılacağı için kabul edilemez bulunur.

Süre ve diğer şartlar: İç hukuk yollarının bitmesinin ardından başvuruların dört ay içinde AİHM’ye yapılması gerekmektedir. (Not: Eskiden bu süre 6 ay idi, ancak elektronik başvuru sistemi devreye girdikten sonra Mahkeme herkesin daha hızlı başvuru imkanı olduğunu değerlendirerek süreyi 4 aya indirmiştir.) Ayrıca başvurunun, AİHM’nin belirlediği resmi başvuru formu kullanılarak ve gerekli bilgi-belgeler eklenerek doğrudan Mahkeme’ye iletilmesi gerekir. Başvuru, imzalı olmalıdır; imzasız dilekçeler değerlendirmeye alınmaz. Aynı konuda, daha önce AİHM veya başka bir uluslararası yargı merciince karara bağlanmış ve esasen yeni bir bilgi içermeyen başvurular da kabul edilmez. Son olarak, AİHM’ye yapılacak başvurunun kötü niyetli olmaması ve “açıkça dayanaktan yoksun” bir iddia içermemesi de gereklidir. Aksi halde Mahkeme başvuruyu esas incelemesine almadan reddedebilmektedir.

AİHM’nin baktığı dava türleri

AİHM’nin incelediği davaların konusu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde güvence altına alınan hak ihlalleridir. Başlıca dava türlerini, diğer bir ifadeyle AİHM önüne sıkça gelen hak ihlallerini şöyle özetleyebiliriz:

  • Yaşam hakkı ihlalleri: Devletin yaşamı koruma yükümlülüğünü yerine getirmemesi veya güvenlik güçleri tarafından ölümcül güç kullanımı sonucunda yaşanan ihlaller. Örneğin, kamu görevlilerinin keyfi şekilde güç kullanması, cinayetlerin önlenememesi ya da etkili soruşturma yürütülmemesi yaşam hakkı kapsamında AİHM davalarına konu olur.
  • İşkence ve kötü muamele yasağı: Gözaltında veya cezaevinde işkence, insanlık dışı veya onur kırıcı muamele iddiaları bu kapsamdadır. AİHM, hiçbir koşulda işkence ve kötü muamelenin meşru görülemeyeceğini vurgulayarak, bu tür iddiaları çok ciddi şekilde ele alır. Örneğin, bir kişinin gözaltında fiziksel/psikolojik şiddete maruz kalması durumunda AİHM 3. madde ihlalini inceleyecektir.
  • Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı: Keyfi tutuklama veya tutukluluğun makul süreyi aşması gibi durumlar, Sözleşme’nin 5. maddesi kapsamındaki ihlal iddialarındandır. Örneğin, bir bireyin somut delil olmaksızın uzun süre cezaevinde tutulu kalması veya hakim önüne çıkartılmadan gözaltında tutulması AİHM gündemine gelebilir.
  • Adil yargılanma hakkı: Ceza veya hukuk yargılamalarında adil olmayan uygulamalar (savunma hakkının kısıtlanması, tarafsız/bağımsız mahkeme olmaması) ya da yargılamanın gereksiz yere uzaması, 6. madde ihlallerine yol açar. Özellikle Türkiye’de yargılamaların uzun sürmesi ve mahkeme kararlarının gereğinin yerine getirilmemesi konuları, geçmişte AİHM kararlarına sıkça konu olmuştur.
  • Özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı: Bireylerin özel yaşam alanına devletin müdahalesiyle ilgili davalar bu kategoriye girer. Örneğin, hukuka aykırı telefon dinlemeleri, kişisel verilerin korunmaması, aile hayatına yapılan müdahaleler (velayet, nüfus kayıtları vb.) 8. madde kapsamında incelenir. AİHM, özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddialarında her olayın “gereklilik” ve “ölçülülük” kriterlerine uygunluğunu denetler.
  • İfade özgürlüğü: Gazetecilerin, yazarların veya vatandaşların ifade ve basın özgürlüğünün kısıtlanması sık sık AİHM’nin baktığı davalardandır. Örneğin, bir gazetecinin yazısı nedeniyle cezalandırılması, bir haber sitesinin erişime engellenmesi veya bir göstericinin düşüncesini barışçıl şekilde açıklarken cezalandırılması durumları 10. madde kapsamında ele alınır. Mahkeme, ifade özgürlüğünün demokratik toplum için taşıdığı önemi vurgulayarak, çoğu vakada devletin müdahalelerini dar yorumlama eğilimindedir.
  • Toplantı ve örgütlenme özgürlüğü: Barışçıl toplantı gösteri hakkına veya dernek kurma/sendika kurma haklarına getirilen orantısız kısıtlamalar, Sözleşme’nin 11. maddesi bağlamında dava konusu olur. Örneğin, barışçıl bir protestonun polis tarafından dağıtılması ya da bir derneğin keyfi olarak kapatılması AİHM önünde 11. madde ihlali iddiası oluşturabilir.
  • Mülkiyet hakkı: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi, mülkiyetin korunmasını güvence altına alır. Devletin mülkiyete yaptığı müdahaleler – örneğin kamulaştırma bedelinin yetersiz olması, el koyma işlemleri veya bireylerin mallarına erişimin engellenmesi – mülkiyet hakkı ihlali olarak AİHM gündemine gelebilir. Mahkeme, mülkiyet hakkı davalarında genellikle müdahalenin yasallığı, kamu yararı amacı taşıyıp taşımadığı ve orantılı olup olmadığı kriterlerini değerlendirir.
  • Ayrımcılık yasağı: Sözleşme’nin 14. maddesi tek başına ileri sürülemese de, yukarıdaki haklardan birinin ihlaliyle bağlantılı olarak ayrımcılık iddiaları da AİHM’de görülebilir. Örneğin, bir hakkın ihlalinin etnik köken, din, cinsiyet gibi bir ayrımcı saikle gerçekleştiği öne sürülürse Mahkeme bunu ilgili madde ile birlikte inceler.

Yukarıda sayılanlar, AİHM’nin baktığı başlıca dava konularıdır. Neticede AİHM, devlet ile birey arasındaki “bireysel başvuru” uyuşmazlıklarında insan hakları standartlarını uygular. İfade özgürlüğünden adil yargılanmaya, işkence yasağından mülkiyet hakkına kadar temel haklara ilişkin iddialar Mahkeme’nin önüne gelmekte ve AİHS ışığında karara bağlanmaktadır.

AİHM’deki başvuru süreci

Başvurunun yapılması: AİHM’ye başvuru yapmak için öncelikle Mahkeme’nin internet sitesinden temin edilebilen resmi başvuru formu doldurulur. Başvurucu, formda kimlik ve iletişim bilgileri, karşı taraf devlet, olayların özeti, ihlal edildiği ileri sürülen AİHS maddeleri ve ulusal yargı yollarını tükettiğine dair bilgileri eksiksiz şekilde belirtmelidir. Başvuru formuna ilgili tüm belgeler (mahkeme kararları, deliller vs.) eklenmelidir. Doldurulan form ve ekleri, hiçbir aracı kurum veya makama başvurmaksızın doğrudan doğruya AİHM’nin Strasburg’daki adresine postayla gönderilir veya elektronik sistem üzerinden iletilir. Başvuru dili konusunda kısıtlama yoktur; herkes formu kendi dilinde doldurup gönderebilir. Ancak Mahkeme’nin resmi çalışma dilleri İngilizce ve Fransızca olduğu için, başvurunun bu dillerden birinde yapılması süreci hızlandırabilir. Nitekim başvuru kabul edildikten sonraki yazışmalar bu iki dilden biriyle yürütülmek durumundadır.

İncelenme ve kabul aşaması: Başvuru AİHM’ye ulaştıktan sonra öncelikle bir kayıt numarası verilir ve ön inceleme süreci başlar. Mahkeme bünyesinde görev yapan raportör ve hakimler, başvurunun kabul edilebilirlik şartlarını taşıyıp taşımadığını değerlendirir. Bu aşamada, iç hukuk yollarının tüketilip tüketilmediği, süre kuralına uyulup uyulmadığı, başvurunun görünür bir dayanaktan yoksun olup olmadığı gibi kriterler gözden geçirilir. Çok sayıda başvuru, bu ilk inceleme safhasında kabul edilemez bulunarak elenmektedir. Başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması veya AİHS kapsamı dışında bir talep içermesi halinde tek hakim tarafından bile ret kararı verilebilir (bu karar kesindir ve itiraz edilemez). Eğer başvuru asgari şartları sağlıyor ve ciddi bir hak ihlali iddiası içeriyorsa, Mahkeme başvuruyu kabul edilebilir ilan eder ve esas incelemeye alır.

Esas inceleme ve yargılama: Başvuru kabul edildikten sonra AİHM, ilgili ülke hükümetine durumu bildirir (bu aşamaya “komünikasyon” denir). Hükümetten, belirli bir süre içinde iddialara karşı savunma ve açıklama yapması istenir. Aynı şekilde başvurucu tarafa da hükümetin cevabına karşı görüş sunma hakkı tanınır. Bu yazılı aşamalar tamamlandıktan sonra Mahkeme gerekli görürse duruşma yapabilir; ancak çoğu dava dosya üzerinden yazılı süreçle karara bağlanır. Davanın önemi ve niteliğine göre, inceleme bir Komite (3 hakim), Daire (7 hakim) veya çok istisnai durumlarda Büyük Daire (17 hakim) tarafından gerçekleştirilir. Genellikle bireysel başvurular 7 hakimli Dairelerce karara bağlanır. Daire tarafından verilen kararlar, taraflara tebliğ edilir ve üç ay içerisinde taraflar karara itiraz edebilir.

Karar ve temyiz imkanı: AİHM Daire kararları açıklandıktan sonra üç ay içinde taraflar, davanın Büyük Daire’de yeniden görülmesini talep edebilir. Bu talep, 5 hakimden oluşan bir panel tarafından değerlendirilir; eğer panel talebi reddederse Daire kararı kesinleşir. Panel kabul ederse dosya 17 hakimli Büyük Daire’ye gönderilir ve burada verilecek karar kesindir (AİHM nezdinde temyiz mercii yoktur). Kabul edilemezlik kararları ile Komite kararları da ilk anda kesin olup bunlara karşı itiraz yolu bulunmaz. Kesinleşen AİHM kararları ilgili devlet açısından bağlayıcıdır.

Tazminat ve yaptırımlar: AİHM, bir hak ihlali tespit ettiğinde genellikle başvurucuya “adil tatmin” (tazminat) ödenmesine hükmeder. Mahkeme, ihlalin niteliğine ve başvurucunun uğradığı zararın boyutuna göre maddi ve/veya manevi tazminat miktarını kararında belirtir. Ayrıca yargılama masraflarının da kısmen veya tamamen devlet tarafından karşılanmasına karar verilebilir. Karar kesinleştikten sonra ilgili devlet, genellikle 3 ay içinde tazminatı başvurucuya ödemek zorundadır. AİHM’nin ihlal kararı verdiği davalarda, sadece tazminat ödemek yeterli olmayabilir; devletin ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırmaya yönelik ilave adımlar atması gerekebilir (örneğin haksız mahkumiyet varsa yeniden yargılama yapılması, ifade özgürlüğü ihlal edilmişse ilgili kanunun değiştirilmesi gibi).

Temsil ve hukuki yardım: AİHM’ye başvuru bizzat bireyin kendisi tarafından yapılabilir; bu aşamada bir avukat tutma zorunluluğu yoktur. Ancak başvuru Mahkeme tarafından kabul edildikten sonra ve hükümete tebliğ edilmesi aşamasında, başvurucunun bir avukatla temsil edilmesi fiilen zorunlu hale gelir. Zira bu noktadan sonra ileri sürülecek argümanlar ve prosedür, teknik hukuk bilgisi gerektirmektedir. Mahkeme, gerekli gördüğü durumlarda maddi durumu yetersiz başvuruculara adli yardım da sağlayabilmektedir. Türkiye’de ise bazı barolar, AİHM’ye gidecek maddi durumu kısıtlı bireylere destek için avukat atayabilmektedir.

Özetle, AİHM’ye başvuru süreci formun doldurulup gönderilmesiyle başlamakta, ön kabul incelemesi, esas inceleme, karar ve kararın icrası aşamalarıyla devam etmektedir. Bu süreç oldukça uzun sürebilir; Mahkeme’nin önünde on binlerce başvuru olduğu için bir davanın sonuçlanması bazen yıllar alabilmektedir. Bu nedenle AİHM’ye başvururken profesyonel hukuki destek almak ve süreci yakından takip etmek önemlidir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Hangi Davalara Bakar

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Hangi Davalara Bakar

Türkiye’den örnek AİHM kararları

Türkiye, AİHM’ye en fazla başvuru yapılan ve hakkında en çok ihlal kararı verilen ülkelerden biridir. Aşağıda, Türkiye’yi ilgilendiren ve insan hakları hukukunda önemli yer tutan bazı AİHM kararları örneklenmiştir:

  • Aksoy / Türkiye (1996): AİHM’nin işkence yasağı konusunda verdiği ilk ihlal kararıdır. Güneydoğu’daki terörle mücadele operasyonları sırasında gözaltında kalan Zeki Aksoy’un, güvenlik güçlerince “Filistin askısı” denilen ağır işkence yöntemine maruz bırakıldığı tespit edilmiştir. Mahkeme, Aksoy davasında bu uygulamanın kasıtlı ve vahim bir işkence teşkil ettiğini belirterek Türkiye’yi mahkum etmiştir. Bu karar, AİHM’nin Türkiye’deki gözaltı uygulamalarına ilişkin ilk ciddi uyarısı kabul edilir ve sonrasında kötü muamele iddialarının azaltılması yönünde adımlar atılmasına katkı sağlamıştır.
  • Hrant Dink / Türkiye (2010): Tanınmış gazeteci Hrant Dink’in öldürülmesi ve öncesindeki süreçle ilgili önemli bir karardır. AİHM, Türk makamlarının Dink’i aşırı milliyetçi tehditlere karşı koruyamayarak yaşam hakkını ihlal ettiğine ve Dink’in ölümünden sorumlu kamu görevlileri hakkında etkili bir soruşturma yürütülmediğine hükmetmiştir. Ayrıca Dink’in öldürülmeden önce “Türklüğü aşağılamak” suçundan mahkum edilmesini de ifade özgürlüğü ihlali olarak değerlendirmiştir. Mahkeme, devletin sadece insanları yaşatmakla kalmayıp, farklı görüşlerin ifade edilmesi için elverişli bir ortam sağlama pozitif yükümlülüğü olduğunu vurgulamıştır. Bu kararın ardından Türkiye, Türk Ceza Kanunu 301. maddede (Türklüğü aşağılama suçu) değişiklik yaparak ifade özgürlüğü standartlarını iyileştirme yoluna gitmiştir.
  • Selahattin Demirtaş / Türkiye (No.2, 2020): Halkların Demokratik Partisi’nin eski eş genel başkanı Demirtaş’ın tutukluluğuyla ilgili Büyük Daire kararıdır. AİHM, Demirtaş’ın yıllarca cezaevinde tutulmasının makul bir hukuki dayanağının olmadığını ve tutukluluğun asıl amacının “siyasi çoğulculuğu baskılamak ve demokratik tartışmayı sınırlamak” olduğunu tespit etmiştir. Kararda, Demirtaş’ın özgürlük ve güvenlik hakkının (Madde 5) ve serbest seçim hakkı da dahil olmak üzere siyasi faaliyetlerinin ihlal edildiğine hükmedilmiştir. Mahkeme, bu ihlallerin siyasi saiklerle gerçekleştiğine dikkat çekerek Türkiye’den Demirtaş’ı derhal serbest bırakmasını istemiştir. Bu karar, AİHM’nin bir tutukluluğun ardındaki siyasi motivasyonu açıkça ortaya koyması bakımından emsal niteliğindedir.
  • Osman Kavala / Türkiye (2019): Sivil toplum aktivisti ve iş insanı Osman Kavala’nın Gezi Parkı olayları sonrasında tutuklu kalmasına ilişkin önemli bir davadır. AİHM, Kavala’nın makul şüphe olmaksızın, siyasi nedenlerle özgürlüğünden yoksun bırakıldığı sonucuna varmıştır. Kararda, Kavala’ya isnat edilen suçlara dair somut delil bulunmadığı, asıl amacın bir insan hakları savunucusunu susturmak olduğu belirtilmiştir. Mahkeme, Türkiye’nin AİHS’nin özgürlük ve güvenlik hakkı (Madde 5/1) ile hakların kötüye kullanılmaması yasağını (Madde 18) ihlal ettiğine karar vererek Kavala’nın derhal serbest bırakılması gerektiğine hükmetmiştir. Bu karar sonrasında Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Türkiye’nin kararı uygulamaması üzerine ihlal prosedürü başlatma kararı almıştır (AİHM tarihinde ikinci kez uygulanan bir süreç). Kavala kararı, bir bireyin haksız tutuklulukla siyasi olarak susturulamayacağı yönünde güçlü bir mesaj içermektedir.

Yukarıdaki örnekler dışında Türkiye hakkında verilmiş binlerce AİHM kararı bulunmaktadır. Loizidou / Türkiye (1996) davası mülkiyet hakkıyla ilgili önemli bir örnek olup, Kuzey Kıbrıs’taki mülkiyet kaybından Türkiye’nin sorumlu tutulmasını sağlamıştır. Perinçek / İsviçre (2015) davası düşünce özgürlüğü alanında Ermeni Soykırımı konusundaki ifadelerin cezai müeyyideye bağlanamayacağını vurgulamıştır. Soering / Birleşik Krallık (1989) davası ise idam cezası riski altındaki bir iadenin 3. maddeye aykırı olacağını belirleyerek dolaylı ihlal kavramını geliştirmiştir. Bu ve benzeri kararlar, AİHM içtihadının hem Türkiye’de hem Avrupa genelinde insan hakları standartlarının yükseltilmesine katkı yaptığını göstermektedir.

En sık yapılan başvuru türleri ve nedenleri

Türkiye, AİHM’ye en fazla bireysel başvuru yapılan ülkelerin başında gelmektedir. 2024 yılı verilerine göre AİHM’ye yapılan toplam 60.350 başvurunun 21.600’ü Türkiye’den gelmiştir. Bu sayı, tek başına tüm başvuruların yaklaşık %36’sını oluşturmakta ve Türkiye’yi açık ara ilk sıraya yerleştirmektedir. Türkiye’yi Rusya (8.150 başvuru) ve Ukrayna (7.700 başvuru) izlemektedir. Başvuru sayılarının bu denli yüksek olmasının çeşitli nedenleri bulunmaktadır:

  • Toplumsal ve siyasi olaylar: Özellikle 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi sonrasında Türkiye’de yaşanan olağanüstü hal döneminde çok sayıda tutuklama, görevden alma ve hak kısıtlaması meydana gelmiştir. Bu süreçte mağdur olduğunu düşünen on binlerce kişi iç hukuk yollarını tükettikten sonra AİHM’ye başvurmuştur. Nitekim yetkililer, Türkiye aleyhindeki başvuruların %80’inden fazlasının darbe girişimiyle bağlantılı olduğunu belirtmektedir. AİHM de bu konuyla ilgili başvuruları Türkiye hükümetine grup halinde iletip cevap istemektedir. Dolayısıyla belli tarihlerdeki kitlesel hak ihlalleri, AİHM’ye yapılan başvurularda ani artışlara yol açabilmektedir.
  • Yargı sistemindeki yapısal sorunlar: Türkiye’den sık yapılan başvuruların önemli bir kısmı, yargılama süreçlerinin çok uzun sürmesi, tutukluluk sürelerinin orantısız şekilde uzaması veya mahkemelerin bağımsızlığıyla ilgili endişeler gibi adil yargılanma hakkı ihlallerine ilişkindir. Örneğin, yıllarca bitmeyen davalar veya kesinleşmiş mahkeme kararlarının uygulanmaması, vatandaşları AİHM’ye yönelten başlıca nedenlerdendir. AİHM istatistiklerine göre bugüne dek verilen ihlal kararlarının büyük bölümünde adil yargılanma hakkı (Madde 6) ihlali saptanmıştır. 2024 yılında da Türkiye hakkında açıklanan 67 ihlal kararının 14’ü adil yargılanma hakkıyla ilgilidir (bir yıl önce 17 idi).
  • Özgürlük ve güvenlik ihlalleri: Türkiye’de özellikle uzun tutukluluk ve keyfi gözaltı şikayetleri de AİHM’ye sık taşınmaktadır. Özellikle terörle mücadele veya darbe soruşturmaları kapsamında kişilerin yıllarca tutuklu yargılanması, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı (Madde 5) ihlallerine dair çok sayıda başvuruya konu olmuştur. Nitekim 2024 istatistiklerinde Türkiye’ye karşı tespit edilen en fazla ihlal, 19 kararla Madde 5 kapsamındadır. Bu ihlallere, tutuklamaların makul şüpheye dayanmaması veya makul sürede yargılanmama gerekçe gösterilebilir.
  • İfade ve basın özgürlüğüne müdahaleler: Gazetecilere açılan davalar, haber sitelerine erişim engelleri, sosyal medya paylaşımları nedeniyle verilen cezalar gibi ifade özgürlüğü (Madde 10) konuları, Türkiye’den AİHM’ye giden başvuruların önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Son yıllarda basın mensuplarının tutuklanması, yayın yasakları, kitapların toplatılması gibi vakalar sonucunda AİHM pek çok ihlal kararı vermiştir. 2024’te Türkiye hakkında verilen ihlal kararlarında ifade özgürlüğü ihlalleri sayıca ikinci sırada yer almıştır.
  • Mülkiyet hakkı ve diğer konular: Türkiye’de kamulaştırma, el koyma, imar uygulamaları gibi nedenlerle mülkiyet hakkı ihlalleri de sıkça gündeme gelmektedir. Özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ek 1 No’lu Protokol kapsamındaki mülkiyetin korunması hakkı ihlalleri konusunda Türkiye, geçmişte birçok tazminat ödemiştir. Bunun yanı sıra işkence/kötü muamele iddiaları, ayrımcılık şikayetleri (özellikle azınlık hakları konusunda) ve özel hayata müdahale gibi diğer alanlarda da kayda değer sayıda başvuru yapılmaktadır.

Yukarıdaki nedenler ışığında, Türkiye’nin AİHM karnesi pek parlak değildir. 1959’dan 2024 sonuna kadar Türkiye hakkında verilen toplam ihlal kararı sayısı 3612’ye ulaşmıştır. Bu sayı, Türkiye’yi Rusya’nın ardından en çok mahkumiyet alan ikinci ülke yapmaktadır. Bununla birlikte son yıllarda Türkiye aleyhine verilen ihlal kararlarında kısmi bir düşüş eğilimi olduğu gözlemlenmektedir. Örneğin 2018’de 140 olan yıllık ihlal kararı sayısı, 2024’te 67’ye gerilemiştir. Bu düşüşte, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolunun etkisi ve AİHM’nin Türkiye dosyalarının bir kısmını iç hukuk yollarının etkin olması nedeniyle geri çevirmesi rol oynayabilir. Yine de Türkiye’den gelen başvuruların yoğunluğu ve çeşitliliği, ülkedeki insan hakları sorunlarının yansımaları olarak değerlendirilebilir.

AİHM kararlarının bağlayıcılığı ve Türkiye üzerindeki etkileri

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği kararlar, ilgili devlet bakımından hukuki bağlayıcılığa sahiptir. AİHS’nin 46. maddesine göre taraf devletler, kendileri hakkında verilen kesinleşmiş AİHM kararlarına uymayı taahhüt etmişlerdir. Yani Mahkeme bir ihlal tespiti yaptığında, hüküm giymiş devlet bu kararı icra etmek zorundadır. Kararın icrası, genellikle başvurucuya maddi/manevi tazminat ödenmesini ve benzer ihlallerin tekrarını önlemek için gerekli genel tedbirlerin alınmasını içerir. AİHM kararları, Avrupa Konseyi’nin yürütme organı olan Bakanlar Komitesi denetiminde yerine getirilir. Bakanlar Komitesi, ilgili devletle birlikte çalışarak ihlal kararının nasıl uygulanacağını ve benzeri ihlallerin nasıl engelleneceğini takip eder; gerekirse mevzuat değişiklikleri, idari reformlar veya bireysel önlemler alınmasını sağlar. Örneğin AİHM bir yasa maddesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiğine karar vermişse, devletin o maddede değişiklik yapması beklenir. Ya da AİHM, haksız tutukluluğa hükmetmişse, ilgili kişinin serbest bırakılması ve yargılamasının yeniden yapılması gündeme gelir.

AİHM kararlarının bağlayıcılığı, Türkiye hukukunda da anayasal güvence altındadır. 2010 yılında Anayasa’nın 90. maddesine eklenen hüküm uyarınca, usulüne göre onaylanmış temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası anlaşmalar (AİHS bu kapsamdadır) ile bunların iç hukukta doğrudan uygulanacağı kabul edilmiştir. Hatta milli kanunlarla uluslararası insan hakları anlaşmaları çelişirse, uluslararası anlaşma hükümlerinin esas alınacağı belirtilmiştir. Bu anayasal düzenleme, AİHM kararlarının Türk hukuk sistemine etkisini güçlendirmiştir. Nitekim AİHM’nin ihlal kararları sonrasında Türkiye’de birçok yeniden yargılama yapılmış, yasalar değiştirilmiş veya idari uygulamalar gözden geçirilmiştir. Örneğin, Şahin Alpay ve Mehmet Altan kararı sonrası uzun tutukluluk sorununun giderilmesi adına bazı yasal değişikliklere gidilmiş; Leyla Şahin kararı (başörtüsü yasağı ile ilgili) sonrasında üniversitelerdeki uygulamalar değiştirilmiştir.

Ancak AİHM kararlarının tam anlamıyla uygulanması konusu zaman zaman tartışmalı olabilmektedir. Türkiye, bazı kritik kararlarda gecikmeli veya eksik uygulama nedeniyle uluslararası eleştirilere maruz kalmıştır. Özellikle Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala kararları sonrasında bu kişilerin serbest bırakılmaması, Avrupa Konseyi düzeyinde ciddi yaptırım tartışmalarını gündeme getirmiştir. Nitekim Kavala kararının uygulanmaması nedeniyle Avrupa Konseyi, AİHS’nin 46/4 maddesi uyarınca ihlal prosedürü sürecini başlatmıştır. Bu süreç sonunda, Türkiye’nin AİHM kararlarına uymaması halinde Konsey üyeliğinin askıya alınmasına kadar varabilecek yaptırımlar teorik olarak mümkündür.

Diğer yandan, AİHM kararları Türkiye’de hukuk reformlarına ilham kaynağı olmuştur. Mahkeme içtihatları doğrultusunda Türkiye, ifade özgürlüğü, adil yargılanma ve mülkiyet hakkı gibi alanlarda birçok yasal düzenleme yapmıştır. Örneğin, uzun yargılamalar konusunda AİHM’nin eleştirileri üzerine iç hukukta tazminat sistemi getirilmiş; işkence iddialarına ilişkin cezasızlık sorununa karşı yasal zaman aşımı süreleri uzatılmıştır. Ayrıca Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolu tesis edilerek, AİHM’ye gitmeden ülke içinde hak ihlallerinin giderilmesi amaçlanmıştır.

Sonuç olarak, AİHM kararları Türkiye için hem bağlayıcı hem de yol göstericidir. Türkiye bir yandan bu kararların gereğini yerine getirmek (tazminat ödemek, hükümlüleri serbest bırakmak, yasaları değiştirmek gibi) zorunda iken, diğer yandan bu kararları iç hukukunu iyileştirmek için bir fırsat olarak değerlendirmektedir. AİHM’nin denetim mekanizması, Türkiye’nin insan hakları standartlarını yükseltme çabasının bir parçası haline gelmiştir. Elbette zaman zaman siyasi tartışmalar olsa da, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uyum Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyeliğinin ve uluslararası itibarının bir gereği olarak önemini korumaktadır.

AİHM başvuruları ve insan hakları ihlallerine karşı hukuki destek için bizimle iletişime geçin.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment